BARIŞIN İNŞASINDA KÜÇÜK CEMAATLERİN BÜYÜK ROLÜ VAN’DA HRİSTİYANLAR (BÖLÜM /2)

Abone Ol

Van her zaman yalnız bir coğrafya olmadı; dağlarıyla, gölüyle, taşlarıyla ve insanıyla başlı başına bir medeniyetin taşıyıcısı oldu. Bugünün siyasal tartışmaları, yerel yönetim sorunları, toplumsal ayrışmaları ve kültürel kopuşları arasında sıkışmış bir kent gibi görünse de, Van’ın sessiz derinliklerinde bambaşka bir dünya hâlâ nefes almaktadır. Bu dünya, Van’ın yüzyıllar boyunca taşıdığı ruhani çeşitliliğin izlerinden oluşan bir bellektir.

Tarihsel kaynakların gösterdiği üzere Van kazasının ruhani yapısı yekpare bir bütün değildi. Van, Tuşba köyleri, Arcak nahiyesi ve Timar nahiyesinin bir bölümü İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlı Van Başepiskoposluğu’nun yetki alanındayken, Timar’ın diğer bazı Ermeni yerleşimleri Lim (Adır)–Gıduts (Çarpanak) Manastırı ruhani önderliğine, Hayots Tzor nahiyesi ise Akhtamar Katolikosluğu’na bağlı bir murahhaslığa dahildi. Bir kentin ruhani haritasının bu denli parçalı olması, aslında o kentin kültürel çok sesliliğinin de en somut göstergesiydi.

Bugün çoğu zaman pozisyon itibari ile önemli konumlarda olanlar “kültürel miras”, “ortak hafıza”, “çok kültürlülük” gibi kavramları yalnızca birer vitrinsel söylem olarak kullanıyor. Oysa Van’ın bin yıllık ruhani coğrafyası, bu söylemlerin ne kadar yüzeyde kaldığını bize hatırlatıyor. Çünkü burası, yalnızca idari bir bölge değil; akılların, kalplerin ve inançların birbirine değdiği bir kadim buluşma alanıydı.
Varak Dağı’ nın koynunda yükselen Varak Manastırı, 10. yüzyılın hemen sonrasında yalnızca dinsel bir kurum değil, bir bölgenin vicdanıydı. Manastırın başındaki ruhani lider aynı zamanda çevrenin manevi rehberi olur, toplumsal sorunlardan eğitim düzenine kadar birçok konuda halkın yolunu çizerdi. Bu yetki zamanla Akhtamar ile Eçmiadzin arasında el değiştirdi; bu durum yalnızca kilise hiyerarşisinin değil, bölgedeki toplumsal dengelerin ve siyasal hatların da değiştiği anlamına geliyordu. Nihayet 1828 sonrasında ruhani yapı İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlanarak daha merkezi bir çerçeveye oturtuldu.
Bugün yerel siyasetin en büyük tartışmalarından biri “merkeziyetçilik” ile “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” arasındaki gerilim değil mi? aslında bu tartışmanın kökleri bile Van’ın tarihsel ruhani yapısının içinde saklıdır. Bir zamanlar ruhani otoritelerin dahi yerel düzeyde çeşitlilik göstermesi, bu coğrafyanın merkezden yönetilmeye ne kadar direndiğinin tarihsel kanıtıdır. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında Van’ın ruhani önderlik sınırlarının Van vilayetinin bugünkü coğrafyasıyla neredeyse birebir örtüşmesi ise bize şunu hatırlatır: Bugünün siyasi sınırları, dünün ruhani coğrafyasının gölgesinde şekillendi.
Peki bugün bu mirasın neresindeyiz?

Kentin hafızasını taşıyan manastırların çoğu metruk; köylerde
bir zamanlar çalan çan sesleri artık rüzgârın uğultusuna karışmış durumda. Varak’ın eteklerinde yükselen o derin manevi otorite artık yalnızca fotoğraf albümlerinde yaşıyor. Lim Adası’nın sessizliğine vapur dahi düzenlenmiyor. Akhtamar, yılda bir gün
gündeme geliyor; geri kalan 364 gün
ise unutulmaya terk edilmiş bir kültür başlığı olarak kalıyor.

Van’ın eski şehri…
Van Kalesi’nin arkasında, aynı sokakları paylaşan insanların hayatı bir mozaiğin parçaları gibiydi. Müslümanlar ve Hristiyanlar, farklı inançların gölgesinde değil; aynı insanlığın çatısı altında birlikte yaşarlardı. Bir taraftan ezan sesi yükselirken diğer taraftan kilise çanları çalardı. Bu sesler, çatışmanın değil, uyumun; ayrışmanın değil, insanlığın ortak huzurunun çağrısıydı, küçük bir şehirde büyük yüreklerin taşıdığı bu hoşgörü, Van’ın asıl zenginliğiydi. Bugün ise o zenginliğin hatıraları giderek silikleşiyor. Bir zamanlar bu topraklarda kendi kültürüyle var olan Hristiyan dostlarımızın artık kendilerine ait bir mezarlığının bile olmaması ve hayatlarını bu şehirde geçirenlerin “kimsesizler mezarlığına” defnedilmesi, yalnızca bir eksiklik değil; insanlığın ortak vicdanına vurulmuş bir kelepçedir.
Bir şehir, geçmişiyle büyür; geçmişini yok saydıkça küçülür. Van’ın tarihsel çeşitliliği, bu coğrafyanın en kıymetli barış mirasıdır. Bu mirasın korunması ise yalnızca hatırlamakla değil, somut adımlar atmakla mümkündür.


Bu nedenle, İpekyolu ilçesi sınırlarında bir kilisenin inşa edilmesi ve bu sürecin desteklenmesi, sadece bir ibadethane kazandırmak değildir. Bu, toplumun birleştirici gücünü yeniden ayağa kaldırmak, ortak yaşam kültürünü


güçlendirmek, Van’ın çok sesli tarihine duyulan saygıyı geleceğe taşımak demektir. Farklı inançların varlığı, bir tehdit değil; bu kentin geçmişte olduğu gibi bugün de barışı büyüten bir imkândır. Ezan ile çanın yan yana yankılandığı günler, yalnızca bir hatıra olmak zorunda değil. Bu şehir isterse, hoşgörünün ve birlikte yaşamanın sesini yeniden yükseltebilir. Çünkü Van’ın ruhu; ayrılıkta değil, bir aradalıkta gizlidir.
Hristiyan yurttaşlarımızın kendi kimliklerine ve inançlarına uygun bir defin alanına ve kiliseye sahip olması; hem insan onurunun gereği hem de bu coğrafyanın geçmişine duyulan saygının en doğal ifadesidir. Bu konuda atılacak her adım, barışa, birlikte yaşam kültürüne ve Van’ın tarihsel vicdanına yeniden nefes verecektir. Bir zamanlar ezan ile çanın yan yana yükseldiği bu şehir, bir gün yeniden aynı hoşgörünün, aynı kardeşliğin sesine kavuşmalıdır. Çünkü Van’ın gerçek karakteri; farklı inançların bir arada yaşadığı o eski sokaklarda saklıdır.
Bugünün Van kenti, bir zamanlar ruhani merkezleriyle bölge halkını bir arada tutan güçlü bir kültürel referans noktasıydı. Bugün toplumsal gerilimleri, kültürel kopuşları ve kent kimliğindeki kırılmaları konuşurken aslında bilmemiz gereken şu: Bir kentin geçmişiyle kurduğu bağ zayıfladığında, o kentin bugünü de savrulmaya başlar. Van’ın bugün yaşadığı savrulmalar, kent kimliğinin boşluk hissi, toplumsal dayanışmadaki kırılganlık, hatta kültürel üretimdeki durgunluk… Tüm bunlar yalnızca ekonomik ya da siyasal değil, aynı zamanda tarihsel kopuşların da sonucudur.

Bu köşe yazım, bir nostalji çağrısı değil, aksine, siyaset üretirken, kent planlaması yaparken, kültürel projeler tasarlarken Van’ın ruhani haritasını, bu coğrafyanın bin yıllık çok merkezli yapısını, kültürler arası etkileşim ağını yeniden düşünmemiz gerektiğine dair bir uyarıdır. Çünkü bir kenti geleceğe taşımanın yolu, onun görünmeyen hafızasını fark etmekten geçer. Van’ın ruhani önderliklerle örülmüş tarihsel dokusu, bugünün kimlik tartışmalarında sessiz ama güçlü bir arka plan sunuyor.

Ve belki de soru şu:
Biz bu sessiz hafızayı duyacak kadar cesur muyuz?