Size Minettarım

Abone Ol

Yaklaşık kırk yıldır hasbelkader yazar-çizerim...
Bu süre zarfında pek güzel şeylere tanıklık etmedim ama çooook... Çok büyük trajedi ve travmalara tanık oldum.
Başta Roboski, Bingöl 33 şehit saldırısı, hendek operasyonları vs.
Çok gezdim, çok dolaştım.
Yüzlerce makale yazdım.
Ve asla ama asla doğrunun, mazlumun yanından uzaklaşmadım.
"Günün şartlarına göre zikzak çizdi." diyenleri de zerre kadar kaale almadım.
Elimi vicdanıma koyup kalemimi kullandım.

Vicdanen müsterihim...
Vallahi de billahi de doğrudan, mazlumdan ve barıştan asla ve asla uzaklaşmadım.
Bundan dolayı da mahkemelere düştüm, mahpuslara düştüm, maddi manevi kırılmalar yaşadım ama ne korktum ne de geri adım attım.
Ama bugün klavyenin başına otururken, göğüs kafesim daraldı adeta...

Parmaklarım titredi.
Göz bebeklerime adeta perde indi.
Nereden başlayacağımı şaşırdım.
Şu anda öylesi güç bir durumdayım ki nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Çünkü bunun yazılması her babayiğidin harcı değil.
Balzac, Tolstoy, Yaşar Kemal ve tüm üstatlar şu an yaşıyor olsalardı dahi bu hikayeyi yazabilmek için günlerce, haftalarca düşünürlerdi...
Dile kolay...
Yarım asır süren bir hikâye.
Bu hikâye öyle bir hikâye ki,
Daha eli kına görmemiş genç kızların, damatlık giymemiş delikanlıların, al bayrağa sarılı tabutların içinde yatan selviboyluların toprağa düştüğü bir hikâye.
Bu hikâye, boşaltılan, yakılan binlerce köyün, köylerinden koparılan yüzbinlerce mağdurun dramını konu alan bir hikâye.
Bu hikâye, faili meçhullerin, ihanetlerin yaşandığı bir hikâye.
Hangisini anlatsam ki!
Hepsini anlatabilecek ne kalem ustalığı var bende ne de yürekte mecal.
Altmışını geride bırakan bir bunakın haddine mi buna dair makale yazmak!
Hangisini yazayım!
Elli yıllık süreçte, çocuk yaşta mahpus damlarına düşüp saçları kar beyaza dönüp çıkanları mı?
Oyun oynaması gerektiği yaşta bedenine yediği kurşunlarla kefensiz mezara giren çocukları mı?
Cansız bedeni günlerce sokakta kalan Teybet anaları mı?
Hangisini yazayım Allah rızası için?
Hangisini???
Binlerce metre şeridi dolduran film, on binlerce sayfadan oluşan roman bile kifayetsiz kalır bu öyküler karşısında.
Anladınız mı neyden söz ettiğimi?

Ama bu aralar duyduklarım,
"Namlular susacak, silahlar gömülecek." deniliyor.
"Türkiye halkları artık barış içinde kardeşçe bir arada yaşayacak." deniliyor.
Daha bundan öte güzel ne olabilir ki!
Kandan beslenen, ölümler üzerinde siyaset yürüten bir avuç faşist ruhlu insanlık düşmanı provokatörlerin saldırılarına rağmen çok ama çok umutluyum.
Yüreğimde muazzam bir ferahlık.
Bedenimde kuş tüyü misali bir hafiflik.
Dostlar...
BARIŞ’a kenetleniyor bu ülke.
Dostlar...
Silah susuyor...
Silahlar toprağa gömülüyor.
Kandan beslenenlere inat, ülkemize bahar geliyor.
Ölümler son buluyor dostlar... ölümler.
Gözyaşları diniyor.
Bundan ötesi güzellik var mı!
Dünya gözüyle bugün bunları bana yazmama sebep olan Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a, PKK lideri Sn. Abdullah Öcalan’a, MHP Genel Başkanı Sn. Devlet Bahçeli’ye ve bu barışın inşasında büyük emeği olan, lakin zamansız bize veda eden Sn. Sırrı Süreyya Önder başta olmak üzere, bilge Sn. Ahmet Türk, Sn. Pervin Buldan’a minnettarım.
Zira ülkemizde yeni bir bahar iklimini oluşturacak olan sürece destek sunan, katkı sunan tüm Türkiye halklarına, siyasi argümanlara ve demokratik kitle örgütlerine minnettarım.

Kalın sağlıcakla...

Not: Kırk yıllık meslek hayatımda yazdığım en onurlu ve keyifli makalem.