Dün kentimizde bir spor müsabakası vardı. Kent, yediden yetmişe ayaktaydı.
Ama’sız, fakat’sız, canı gönülden Vanspor’u seven taraftarlar, Van sevdalıları, kimi iş insanları, muhterem büyüklerimiz... Hepsinde, ama hepsinde muazzam bir sahiplenme vardı. Gençlik günlerdir uyumuyordu. Sosyal medya hesapları Vanspor–Elazığspor paylaşımlarıyla doluydu.
Maç öncesi ve haliyle galibiyet olunca; galibiyet sonrası yediden yetmişe Van halkı sokaklara döküldü. Sağcısı, solcusu, dindarı, komünisti... Hepsi ama hepsi tek yürek olup Kürtçe müzikler eşliğinde gecenin geç saatlerine kadar halay çekip eğlendiler. Kimi zafer işareti yapıyordu, kimi Bozkurt işareti... Ama ne bir sataşma ne bir kavga, husumet olmadı. Kardeşçe gecenin geç saatlerine kadar eğlendiler. Yani Newroz’da olduğu gibi...
Bu galibiyet hepimize hayırlı, uğurlu olsun. Vanspor yönetimini, futbolcularını ve taraftarlarını canı gönülden tebrik ediyorum. Nokta.
Gelelim asıl mevzuya, yani madalyonun öte yüzüne.
Kentimizde söz sahibi olan, kıymet gören büyüklerimiz; her seçim döneminde “Hizmetinizdeyim, varlığım varlığınıza feda olsun” diye söz veren siyasetçiler; “Bu kent sahipsiz kalmamalı” diye üzüldüğü için STK koltuklarına oturan başkanlar; aşiret reisleri, ağalar, beyler; hatta ve hatta Allah korkusuyla toplumu terbiye eden din adamları...
Siz büyükler, bu üç günlük seremoniyi nasıl yorumladınız?
Gençliği, yaşlısıyla, kadını-erkeğiyle, okul çağındaki çocuklarla günlerdir sokaklarda coşkuyla ve kardeşlik ruhuyla eğlenen on binler farklı bir mesaj vermiş olabilir mi?
Farz edelim ki gençlerin kardeşleriyle, ebeveynleriyle, farklı siyasi görüşten arkadaşlarıyla böylesine coşkulu eğlenmelerini neye yordunuz? Tek neden Vanspor galibiyeti miydi acaba?
Farz edelim ki; yıllardır kan, gözyaşı, ölüm, acı, yokluk ve yoksulluğun yüklediği travmatik birikimin patlaması olabilir mi? Mesela, kültürel ve sanatsal aktivitelerden uzaklaştırılmanın, işsiz güçsüz bırakılmanın, ekonomik daralmalardan oluşan ruhsal çöküntülerin bir deşarjı olmaz mı? Örneğin bir nebze de olsa yasaksız, korkusuz eğlenmeye, türküler, şarkılar söyleyip halay çekmeye duyulan özlem olamaz mı?
Siz büyükler, birazdan bu pencereden baktınız mı hiç?
Mesela bu kentte festivaller olsaydı, kütüphaneler, daha çok gençlik spor merkezleri kurulmuş olsaydı, gençlerin eğitim ve ekonomi kaygısı olmasaydı, iş ve istihdam kaygıları olmasaydı, gençler yine böyle eğlenip, gönüllerince bir yaşam sürdürmeyecekler miydi?
Yani, bu gençler uyuşturucuya, silahlanmaya, kumara ve tüm gayri ahlaki eğilimlere tevekkül eder miydi? İntihara teşebbüs edip, kendi akranlarının bedenine kurşun sıkarlar mıydı? Geçim kaygısıyla çocuk yaşta kızlarımız gelinlik giyer miydi?
Efendiler, yeniden şapkalarınızı önünüze koyup tekrar düşünün. Önünüzde “barış süreci” denilen mükemmel bir fırsat varken gençlerimizin yaşam sevincini böylesi kalıcılaştırmak zor değil vallahi... Sadece az samimiyet ve bir o kadar da memleket sevdası yeter.
Bu coşku, bu heyecan, bu gençlik, bu çocuklar bizlerin geleceğidir. Kentimizin geleceğidir. Emin olun ki var oluşumuz da yok oluşumuz da onlarla mümkündür.
“Gençlik” deyip geçmeyin. İktidarları kuran da onlardır, devirenler de onlardır. Lütfen sahip çıkalım. Gençlik tadında yaşayabilecekleri bir kent yaratalım.
Kalın sağlıcakla...