Bir Mezarlık Kadar Sessiz: Van’da Çok Dinli Yaşamın Eksik Halkası”
Toplumsal barış, yalnızca aynı inancın, aynı kültürün ya da aynı topluluğun bir arada yaşamasıyla değil; farklılıkların birbirini tamamlamasıyla güçlenir. Bu nedenle tarih boyunca çok dinli toplumlar, kültürel üretimi zenginleştiren, tansiyonu düşüren ve toplumsal dayanışmayı artıran yapılar kurmuştur. Hristiyanlık, teolojik özü ve yüzyıllardır sürdürdüğü toplumsal yaşam pratikleriyle, barış kültürünün hem taşıyıcısı hem de öğreticisidir.
Hristiyanlık, doktrinlerinin merkezine sevgi, merhamet, affetme, barış kurma, komşuluk hakkı ve acıya ortak olma gibi kavramları yerleştirir.
Bu kavramlar, yalnızca inananların bireysel hayatını değil, toplumların birlikte yaşama kültürünü de şekillendirir. “Barış yapanlar ne mutlu; onlar Tanrı’nın çocukları diye anılacaklar.” (Matta 5:9), “Komşunu kendin gibi sev.” Hristiyanlığın bir topluluk içindeki çekişmeleri değil, barışı büyütmeyi esas aldığını gösterir. Dolayısıyla Hristiyan topluluklarının varlığı, bir şehir için potansiyel bir gerilim değil, tam tersine potansiyel bir barış kaynağıdır.
Bugün Van’da, çok kültürlü ve çok dinli bir hafızayı konuşuyorsak, bu hafızanın yaşayan halkaları kadar kaybolmuş izleriyle de yüzleşmek zorundayız. Çünkü bazı gerçekler, bir şehrin vicdanını ölçen terazidir.
Van’da yaşayan Hristiyan vatandaşlarımızın ibadetlerini özgürce ve güvenli şekilde yapabilecekleri bir mekânın olmaması, sadece mekânsal bir eksiklik değildir; bu, toplumun adalet anlayışıyla ve kent yöneticilerinin kapsayıcılığıyla doğrudan ilgilidir. Bir şehirde ibadet mekânı yoksa, aslında yok sayılan bir topluluk vardır. Ve yok sayılan hiçbir topluluk “bizim” değildir; yalnızca “yanımızdan geçen bir gölge”dir.
Dahası, bu şehirde yaşamını yitirmiş Hristiyan vatandaşlar için tahsis edilmiş bir mezarlığın dahi olmaması, hepimize sorumluluk yükleyen sessiz bir çığlık gibidir. Bir insanın yaşarken ibadet etme, ölünce de kendi inancının töresiyle toprağa verilme hakkı, en temel insan hakkıdır. Eğer bir şehir bunu sağlayamıyorsa, o şehir çok dinli yaşamı sadece sözde taşır. Ölülerini kimsesizler mezarlığına götüren hristiyan vatandaşlar için kendimize şu soruyu sormamız gerekmiyor mu?
Bu şartlarda toplumsal barıştan nasıl bahsedeceğiz. Hangi çok seslilikten, hangi hoşgörüden, hangi beraberlik hikâyesinden söz edeceğiz? Hoşgörü, yalnızca başkalarının varlığını teoride kabul etmek değildir; onların ibadetini, kültürünü, mezarlığını, komşuluğunu, yaşam tarzını korumaktır. Yerelde atılacak küçük ama cesur adımlar, bugün çözülemeyen büyük meselelerin de önünü açabilir.
Van, tarihte Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin, farklı mezheplerin ve inanç gruplarının birlikte yaşadığı bir şehir idi. Bugün bu çeşitlilik azalmış olabilir; ama hafıza ve haklar azalmamalıdır. Bu şehrin vicdanı, hâlâ o kadim çok dinli geçmişin izlerini taşır. O hâlde bugünün yöneticilerine, STK’larına, kanaat önderlerine düşen görev bellidir: Kaybolan kültürel halkaları onarmak ve bu şehri herkese eşit aidiyet sağlayan bir yurda dönüştürmek. Çünkü bir şehir, içinde yaşayan herkesin eşitliğiyle büyür; bir mezarlık kadar sessiz bırakılmış haklarla değil.
“Siya-log Ekranlarında Bir Diyalog: Rahip Yeşu Kavak ile Van’ın Çok Dinli Hafızası Üzerine” Bu meseleleri yazmak bir sorumluluk ise, konuşmak daha büyük bir cesarettir. İşte bu nedenle 2
6 Kasım 2025 tarihinde, Van Uluslararası Kilisesi toplulukları adına
Rahip Yeşu Kavak’ı, VAN65 TV ekranlarında en çok izlenen programlardan biri olan Siya-log’a davet ettik. Beklentimiz yüksekti; fakat programın yarattığı etki beklentimizden çok daha büyüktü.
Program boyunca Rahip Yeşu’nun sakin, yapıcı ve birleştirici üslubu; Van’ın çok dinli geçmişine, bugününe ve geleceğine dair güçlü bir kapı araladı. Yeşu’nun ifade ettiği en çarpıcı noktalardan biri ise şuydu:
“Bizler bu şehrin yabancısı değiliz; bu topraklara aitiz. Biz sadece ibadet hakkı değil, komşuluk hakkı, saygı hakkı ve hatırlanma hakkı istiyoruz.”
Bu söz, Van’ın ruhuna tutulmuş bir ayna gibiydi. Görünmez olmak, en büyük ayrımcılıktır. Program sonrası izleyicilerden gelen geri dönüşler, sadece bir televizyon yayınının ötesinde, toplumun uzun süredir ihtiyaç duyduğu bir yüzleşme ve empati anı yaşandığını gösteriyordu. En sık duyduğumuz mesaj ise şuydu:
“Bu konuları konuşmak bize iyi geldi.” Siya-Log programındaki incelikler ise şu şekilde göz ve duyguya çarptı. Rahip Yeşu, geçmişteki kırılmaları bir suçlama diliyle değil, iyileştirme çağrısıyla anlattı.
İbadet mekânı ve mezarlık eksikliğini insani bir ihtiyaç olarak ortaya koydu. Konuşmaları boyunca hak talebi değil, birlikte yaşam sorumluluğu vurgusu öne çıktı. Yayın, dinler arası gerilim değil, ortak insanlık paydasını güçlendiren bir atmosfer yarattı.
Bu program, Van’ın geleceğinde çok dinli barış iklimi için küçük ama anlamlı bir kırılma anı olarak hafızalara kazındı.