İnsanlık tarihine “insanın insanla savaşı tarihi” demek yanlış olmaz; çünkü insan tarih boyunca hep bir itiş kakış içinde bugünlere gelmiştir. İnsanın insanla savaşında barış sözü hep olmuştur ancak ayakta kalma rekabeti ya da mecburiyeti daha çok savaşmayı zorunlu kılmıştır.
Savaşların olmaması, savaşsız ve baskısız bir yaşamın hayat bulması için birçok teori üretilmiş ancak yine de savaşların önüne geçilememiştir.
Bugün de karşılaştığımız temel sorun budur. Hiç beklenmedik bir yerde, hiç beklenmedik bir anda savaş fikri, barış fikrini ezip geçiyor.
Peki, insanın insanla savaşı biter, savaşsız bir düzen oluşabilir mi dünyada?
Yakın tarihe ilişkin birçok örnek verilebilir ama tek başına son olarak yaşanan İsrail-İran savaşına baktığımız zaman savaşların bundan sonra da sonunun gelmeyeceği çok açık.
Yani iddia edildiği gibi, savaşlara kaynaklık eden devletler dağılmayacak, din ve ırk tartışmaları son bulmayacak, kimlik, hatta renk ayrımı tartışmaları ve kavgaları kaldığı yerden belki düşük düzeyli ama devam edecek. Sanırım o yüzdendir ki iki ülke arasında yaşanan bu gibi çatışmalarda hemen “üçüncü dünya savaşı” akla gelebiliyor.
Bu açıdan İsrail-İran savaşı, birçok teorinin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılan bir savaş oldu diyebilirim.
Mesela “Molla rejimi” diye küçümsenen İran’da dünyaya kafa tutacak oranda ve güçte silah üretilmiş olması bu savaşla anlaşıldı. Bu da İran’da Mollaların sadece camilerde vaaz vermedikleri, savaşlara ciddi bir hazırlık yaptığının göstergesi oldu.
Gazze olaylarında İsrail, gelen bütün füzeleri vuran “Demir Kubbe” diye anılan hava savunma sisteminden gayet emindi ancak İran füzeleri bunun böyle olmadığını ispatladı. İran füzeleri İsrail’in hava savunma sisteminin o kadar da geçilmez olmadığını gösterdi. Şimdi muhtemelen İsrail bu sistemi geçen ve düştüğü yerleri darmadağın eden füzelere çare arıyordur.
Diğer yandan yıllardır kara ordusuyla övünen Türkiye dünyada en iyi hava savunma sistemine sahip olan İsrail’in de İran füzeleri karşısında çaresizliğini görünce bir korkuya kapıldı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Onların Demir Kubbesi varsa bizim de Çelik Kubbemiz var” diye bir açıklama yaptı. Oysa Türkiye’de sözü edilen hava savunma sisteminin abartıldığı oranda olmadığını birçok uzman dile getiriyor. Türkiye kaçınılmaz olarak bundan böyle hava savunma sistemini son teknikle revize etmek zorunda kalacak.
Türkiye’nin hava savunma sisteminin bundan böyle ne şekilde olacağı ayrı bir konu, belki daha fazla Saray inşa etmekten vazgeçilir, benim esas üzerinde durmak istediğim şey, iddia edildiği gibi devletler devletliğinden, uluslar kimliğinden, şirketler parasından vazgeçmeyecek, süslü teorilerle dünya güllük gülistanlık olmayacak. Keşke olsa…
O nedenledir ki ABD’nin de güç gösterisinde bulunduğu İsrail-İran savaşı geleceği görme açısından bir milattır. Bunu halen bir devleti olmayan savunmasız ulusların iyi görmesi gerekiyor.
*Bir kere bu savaştan sonra İsrail de İran da yeni bir çatışma olasılığına ya da başka bir ülkeyle savaş olasılığına karşı silah ve savaş tekniği bakımından daha bir güçlenmek için ne gerekiyorsa yapacak.
*Sınırlar daha bir katılaşacak ve diğer devletler de bu savaşın ortaya çıkardıklarına bakarak ciddi bir silahlanma arayışına girecek.
*AB gibi NATO gibi belki devletlerarası birlik arayışları olacak ama her devlet kendi milli güvenliğini sağlama almak için ayrıca önlemler alacak.
*Her savaştan sonra dünyada kurulu devletlerin kimlik ve ulus kavramı daha bir güç kazanıyor, öyle ki vatandaşlık bağı dahi milli bir kimliğe dönüşüyor. Çünkü farklı kimlikler tek kimlik hâkimiyetinde sönük kalır böyle durumlarda. İsrail-İran savaşı bu gerçeği tekrar bize hatırlattı. Bu noktada Selahattin Demirtaş’ın “Türkiye’ye bir saldırı olursa Edirne’den Hakkâri’ye 86 milyon bir ordu oluruz” sözünü hatırlatmak isterim. Belki siyaseten sarf edilmiş bir söz ama aynı zamanda kendi kimliğini de erteleyen bir söz.
Bir diğer örnek ise herkes İsrail saldırısı sırasında İran’da Mollalara karşı bir başkaldırı olacağını beklerken böyle bir şey olmadı. Birkaç istisnai etkisiz açıklama dışında…
Kısacası ister son yaşanan İsrail-İran savaşı, ister Rusya-Ukrayna savaşı bize gösteriyor ki ortada toprak, su, petrol ve diğer yer altı kaynakları durdukça insanın insanla savaşı sürecek. Tabii sadece bunlar da değil, savaş gerekçeleri arasına sınır savunmasını da eklemek gerekir. Çünkü bir ülkeniz var ve savunmak zorundasınız. Burada da en küçük bir taciz savaş nedeni olabiliyor. Ülke de bir ihtiyaç olduğu için uğruna savaşmayı gerektiriyor.
Sonuç olarak insanlık tarihini “insanın insanla savaşı tarihi” olarak kabul edersek, bu tarihin bundan sonra da bir mucize olmazsa değişmeyeceğini kabul etmek gerekiyor. Çünkü savaşın gerekçelerine hep bir yenisi ekleniyor. Gerekçeler artıyor ama bir türlü eksilmiyor.
Bu bakımdan insanın insanla savaşı sürecek.
Birkaç süslü sözü art arda dizip, felsefeden, fizikten, kimyadan örnekler verip dünyada huzur ve barışın sağlanabileceğini iddia edenlere çok fazla prim vermemek gerek. Ortada savaşa gerekçe olan yaşamsal ihtiyaçlar durdukça insanın insanla savaşı bitmeyecek. Belki bir süre barış hali oluşur ama eninde sonunda savaşılır. Çünkü bu yaşamsal ihtiyaçları eşitçe pay edecek bir dünya düzeni kurulamayacağı için savaşlar, isyanlar, ekonomik krizler, sosyal çalkantılar, kimlik kavgaları hep var olacak. Bir milli takımı olmayan ulusların bunu iyi hesap etmesi gerekiyor. Kimse kimseye bugüne kadar tepsi içinde özgürlük ve adalet dağıtmadı bundan sonra da dağıtmaz. Doğanın ve evrenin de kendi kendisiyle savaştığı dünya gezegeninde insan gerçeği budur. Çıkarlar çoğaldıkça savaşmak kaçınılmaz olur. Barış hep lafta kalır...