Kim bilir dünyaya geldiğimizde annemize ve babamıza ne büyük sevinçler yaşatmışızdır. Bebek sahibi olan hangi anne ve baba mutlu olmaz ki…
Günler su gibi akıp gidiyordu bizim için
Öyle ya çocuktuk biz
Görevimiz sabahtan akşama kadar sokaklarda koşturmak, oynamak. Bir derdimiz yoktu ki dünya bizim için oyundan ibaretti.
Oyun da nasıl oyun ama her oyunun bir dönemi vardı. Bir kere futbol her dönemin oyunuydu bizim için. Deli gibi topun arkasından koştururduk, sokak aralarında. Adile teyze, Ahmet amca hep kızardılar bize.
“Gidin başka yerde oynayın, bir daha topunuz bahçemize gelirse. Topunuzu keserim vallahi” diye bağırdı bize.
Tabii çocuğuz dinler miyiz! başlardık yine oynamaya hem de saaatlerce.
Yazın ve kışın oyun dönemleri vardı.
Çelik çomak, yakar topu (yakan top), gülle (misket), beştaş, dokuz taş, futbol (her dönem), saklambaç, kör ebe, tapa (gazoz kapağı ile oynanan oyun), hılç (Uzun ve kalın tahta parçalarının çamura saplatılarak oynanan oyun), birdir bir (uzun eşek), istop, mendil kapmaca, sandalye kapmaca, fırındak (topaç çevirme), çeşitli koleksiyon kağıtları ile oynama (futbolcu ve araba fotoğrafları), lastik çevirme (araba lastikleri ile oynanan oyun), el kızartmaca, atari (bilgisayar oyunu)
Bu oyunların bazısını kızlar da oynuyordu ama kızlara özel oyunlar da vardı elbette. Saklambaç, körebe, ip atlama, sek sek ve kutu kutu pense gibi.
Daha nice oyunumuz vardı.
Hayat bizim için o kadar güzeldi ki bütün dünyamız oyundu. Annemiz bizi defalarca çağırırdı ama eve gitmezdik. Oyun uğruna saatlerce aç kalırdık. Bizi oyunda alı koyacak bir güç yoktu sanki.
Annemizin tandırda pişirdi o muhteşem kokulu ekmek dışında..!
Dinlenmek nedir bilmezdik, aramızda düşüp te dizini kanatmayan yoktu. Kafası kırılmayan çocuk mu olur muş. Komşunun camını kıran mı dersiniz, kapıları vurup kaçan mı dersiniz, haylazlığımız da vardı. Yaramazdık yani…
Gereksiz yere kavga eden çok sayıda arkadaşımız yok muydu sanki ama iki dakika sonra aynı oyunda buluşurduk. Biraz uzak olan çocuk parkına gitmek bambaşkaydı. Salıncak ve kaydırak bizim için ulaşılmazdı ama ulaştığımızda da saatler bizim için saniyeydi, zamanın nasıl geçerdi anlamazdık! Sayımız da hayli fazlaydı… Kalabalık gruplar halinde dolaşırdık. Bir oyunda 8-10 çocuk vardık. Akşamları gruplar halinde bisikletlerle dolaşmak özgürlüğün ta kendisiydi. Sesi güzel olan arkadaşlarımızın şarkıları türküleri eşliğinde güzel anlar yaşardık. Kimi zaman büyük abilerimiz ortak olurdu müzik keyfimize. Bir su kovası orkestramızın davuluydu, annemizin süpürgesi bas gitardı, sazdı…
Gökyüzüne yollardık türkülerimizi
Biz güzeldik işte…
Meğer sokakları cıvıltılarımızla süslüyormuşuz haberimiz yok.
Meğer bize gidin başka yerde oynayın diğer teyzeler amcalar, bir taraftan da bizi mutlulukla izliyormuş.
Meğer bahçesinden elma, üzüm ve daha nice ürün yediğimiz (habersiz alıyorduk tabii ki), İbrahim amca bize gizliden afiyet olsun çocuklar diyormuş.
Meğer her birimiz ailemiz için birer mutluluk kaynağıymışız.
Meğer ailemizin en değerlisiymişiz.
Meğer ne güzelmişiz biz.
Öyle ya çocuk bu, güzel olmaz mı?
Yıllar geldi geçti, dün çocuktuk bugün çocuğumuz var. Yaşadığımız mutlulukları yaşayan çocuklarımız oldu. Bizim çocuklarımız dijital çağa yakalanmadı, onlar da bizim gibi mutlu bir çocukluk yaşadılar. Şimdiki çocukların neredeyse bütün oyunları sanal oldu. Dokunmadan, hissetmeden oyun mu olur muş?
Ne diyelim, bu nesil de böyle oldu.
Biz çocukluğumuzu sonuna kadar yaşadık, çocuklarımız da bir nebze yaşadı ama onların çocukları sokak oyunlarından uzak kalacak gibi görünüyor.
Oysa çocuk dediğin oynar, koşturur, yorulur akşama düşer yatağa sabaha dinç uyanır.
Çocuk olmak çok güzeldi, tekrar söyleyelim.
Dün çocuktuk
Bugün çocuğumuz var
Yarın belki torunumuz olacak
Yüreği çocuk kalanlara selam olsun.
Çocuklar mutlu olsun diye çabalayın
Çocuk masumiyet demektir
Çocuk barış demektir
Çocukça barış içinde kalın
Barış Hükümlerin Efendisi Olsun…