Arapçada ins-üns

Aramice-Süryanicede inaş veya inaşa

İbranicede enoş

Akatçada nişu

Türkçede insan

İns-Üns, (ünsiyet, yakınlık, alışkanlık) kökünden türetilmiştir. Üns, karşıtı olan vahşete ve yabaniliğe uzaklık ve zıttır. Evcildir.

Akadçada halk kavim anlamına gelen nişu deniliyor. Türkçede insan tekil kişi anlamında kullanılıyor.

Başka bir etimolojik görüşe ve bazı dilbilimcilere göre, insan kelimesi nisyan (unutmak) kökünden de türemiş olabilir. Bu yorum, insanın unutkan özelliğine atıfta bulunuyor.

Yani insanın kelime kökeninde hem toplumsallık hem de unutkanlık vurgusu var. Demek ki insan sosyal, yakınlık kurabilen, ünsiyet sahibi varlık demekmiş.

Ünsiyet (insan) için yakınlık kuran, vahşete ve yabaniliğe uzak demek.

Peki biz öyle miyiz? Hayır…

Nisyan (insan) kökeninde toplumsallık ve unutmak var.

Peki biz öyle miyiz? Toplumsallıkta hayır, unutmakta evet…

Kur’an-ı Kerim’de insana dair çok sayıda ayet vardır. Örneğin insan suresindeki bazı ayetlerde, yüce Allah bize şöyle hitap ediyor:

“Gerçek şu ki, insanın yaratılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir.

Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.

Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.

Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar.

Onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler.

Kur’an’ı sana biz, evet biz vahyederek indirdik.

Öyleyse rabbinin hükmüne sabret; onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre boyun eğme.

Şu insanlar, geçici dünyayı seviyorlar, ileride kendilerini bekleyen zor günü ise umursamıyorlar,”

Uyarılara bakar mısınız?

Allah’u Teala, doğumdan ölüme insanın nasıl yaşaması gerektiğini bizlere ayetlerle bildiriyor. Peki biz ayetlere uygun bir hayat sürüyor muyuz? Hayır…

Peki bu durumda iflah olur muyuz? Hayır…

Peki Gazze’de açlıktan ölen çocukların sorumluluğu üzerimizde değil mi? Evet üzerimizde…

Peki dünyanın dört bir yanında insanlar sefalet içerisinde yaşarken biz huzur bulabilir miyiz? Hayır…

Eskiden her şey çok kaliteliydi dolayısıyla insan da. Şimdilerde her şey de kalite düştü, insan kalitesi de.

Fiziki görünümümüz insan ama insani değerlere sahip çıktığımız söylenemez.

İnsanca bir hayat yaşamak istiyoruz ama insan değiliz ve gayrı insani davranıyoruz. İnsaniyet adına hareket etmiyoruz, insanlaşamıyoruz, insansı olmak bize zor geliyor. İnsanüstü olmaya çalışıyoruz.

Zaman zaman din, dil, ırk ve mezhep ayırımı yapıyoruz. Bizden olmayanı insan yerine koymuyoruz. Oysa ne diyor ayeti kerime:

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.”

Kısacası insan olamıyoruz. İşte bütün mesele insan olabilmekte…

Dinimizin adı barış iken bizler savaş içerisindeyiz. Tüm dinler barışı ve iyiliği söylerken, insan aksi bir anlayışta…

Her şeye rağmen barışı savunalım.

Barış Hükümlerin Efendisi Olsun…