Bazı çığlıklar sessizdir… Ne bir duvarda yankı bulur, ne bir kulakta iz bırakır. Ama bir kalbe dokunursa, orada fırtınalar kopar. Bu ülkenin sokaklarında, evlerinde, iş yerlerinde, adliye koridorlarında… İnsanlar sessizce çığlık atıyor. Kimi adalet arıyor, kimi ekmek, kimi sadece biraz huzur. Toplum olarak garip bir alışkanlığımız var: Görmezden gelmeyi, duymamayı, susmayı öğrendik. Bir kadın şiddet gördüğünde “aile meselesi” dedik. Bir işçi hakkını istediğinde “sabret” dedik. Bir genç umutsuzluğunu dile getirdiğinde “zamanla geçer” dedik. Ve böyle böyle, hep birlikte sessizliğin ortağı olduk. Oysa sessizlik, bir toplumun en ağır çöküşüdür. Çünkü susmak, sadece sesi kısmak değildir; adaleti, vicdanı, insanlığı da yavaş yavaş öldürür. Bugün etrafımıza baktığımızda, herkesin içinde susturulmuş bir ben var.
Bir şeyler söylemek isteyen, ama “ne değişecek ki?” diye susan milyonlarca insan… Oysa her değişim, bir sesle başlar.

Ben bu yazıyı, duyulmayanların sesi için yazıyorum. Emeği sömürülen emekçinin, adalet bekleyen annenin, umudunu yitiren gencin sesi için. Bu topraklarda çığlık atmak kolay değildir, bilirim. Ama bazen bir kelime, bir cümle bile karanlığa atılmış bir kibrit olur. Belki o kibrit, birilerinin yüreğini aydınlatır. Belki de bir gün, sessiz çığlıkların sesi; bu ülkenin vicdanında yankılanır. Van sokaklarında, Bölgenin yüksek dağlarının gölgesinde, sessiz çığlıklar yükseliyor… Kimse duymuyor, kimse bakmıyor; ama acı burada, tam karşımızda.

Bir kadının evinde hüzünle süzülen gözyaşı, bir annenin, bir babanın evladının adaletini beklerken çektiği çaresizlik, bir emekçinin hakkını ararken uğradığı baskı… Hepsi sessiz çığlıklar. Rojin davasında olduğu gibi, adaletin geciktiği her an, sessiz çığlıklar daha da derinleşiyor. Bu sessizlik, sadece mağdurları değil, tüm toplumun vicdanını yaralıyor. Bölge halkı, asırlardır zorluklarla mücadele ediyor. Ama yıllardır aynı çığlıkları tekrar tekrar duymak, sabırla susturulmak… artık dayanılmaz bir yük haline geliyor. Kadın cinayetleri, her yerde emek hırsızlığı, yoksulluk ve çaresizlik; her biri sessiz bir çığlık olarak yankılanıyor. Ve maalesef çoğu zaman bizler, bu çığlıkları işitmezden geliyoruz.

Oysa bu sessizlik, toplumun çürüyen yanıdır. Susmak, sadece sesi kısmak değildir; insanlığı, adaleti, geleceği de gömmektir. Bugün bölgenin sessiz çığlıkları sadece Van’da değil, Türkiye’nin vicdanında da yankılanmalı. Her bir çığlık, değişimin, farkındalığın başlangıcı olabilir.

Hayat bazen öyle anlar getirir ki, insanın içindeki fırtınayı dışarıya yansıtacak sesi yoktur. Gözyaşları görünmez, eller titrer ama kelimeler bir türlü ağızdan çıkmaz. Bazı çığlıklar sessizdir; sokaklar duvarlarına kadar dolar, ama kimse duymadan kaybolur. Çevremize baktığımızda, çoğu zaman insanların gözlerinin ardında yaşattığı hikâyeleri fark edemeyiz. Kim bilir, belki de o yanınızdan geçen kişi, sessiz bir çığlıkla kendi savaşını veriyordur. Kimi zaman toplum, çoğu zaman sistem, bu sessiz çığlıkları görmezden gelir. Oysa en derin acılar, sessizce büyür ve insan ruhunu yavaş yavaş esir alır.

Ama unutmayalım ki sessiz çığlıklar, sessiz oldukları kadar güçlüdür. İçlerinde bir direniş, bir umut ve bazen de bir uyanış saklıdır. Onları fark etmek, duymak ve anlamak için sadece kulak değil, kalp gerekir. Bugün çevrenize bir göz atın; belki de birinin sessiz çığlığına dokunabilir, hayatına anlamlı bir dokunuş bırakabilirsiniz. Çünkü bazen en büyük iyilik, birini anlamaya çalışmaktır.

Ve hatırlayın, bazı çığlıklar sessizdir; ama sessiz olmak, duyulmaz oldukları anlamına gelmez.

Toplumun gerçekleri elbet bir gün güçlünün yanında değil mazlumun yanında yer alacağını göreceğiz. Çünkü sessizlik de bir direniştir; bazen bir çığlıktan daha gürdür, bazen de bir toplumun uyanışına dönüşür.