Elleri sayesinde ağaca, kayalıklara tırmanıp zamanla iki ayağı üzerinde durabilen ilk insan, yine elleri sayesinde ilk bilgilerin de son bilgilerin de sahibi oldu. Zannedildiği gibi bilgi beynin bir köşesinde duran ve kullanmamıza amade bir nesne falan değil. Yani beyin herhangi bir eşya deposu gibi bilgi deposu falan da değil, sadece deneyimler sonucu edinilen bilgiyi depolama alanıdır. Bilgi hazır bir şekilde beynin içinde bekliyor olsaydı insan önce bugünkü teknolojiyi keşfeder belki de bugün tüm bir evrene hükmediyor olurdu, bunca zahmete de gerek kalmazdı.


Ama insan halen başka bir gezegende canlı hayat olup olmadığını bilmiyor ve sadece canlı olabileceği hayalini kuruyor. Yani evet beyin hayal kurmak için mükemmel ama hazır bilgi için maalesef içi boş. Siz o beynin içini ancak ellerinizle bir şeyler üreterek doldurabilirsiniz. Hüner, ellerde yani…


İlk insan avcılık yaparak karnını doyurmaya çalışırken avda kullandığı taşları birbirine değdirerek sivriltmeye çalıştı ve çıkan kıvılcımlardan kuru otlar tutuşup elleri sayesinde tesadüfen ateşi buldu. İnsanın toprağı keşfi ise sonraki aşamadır. Toprağın ne işe yaradığını anlamak insanın yıllarını almıştır. Toprağa düşen bitki tohumunun ertesi sene tekrar yeşerdiğini gören insan önce ekimle işe başlamıştır. İnsan toprakla haşır neşir oldukça da diğer ayrıntılara ulaşmış, mesela mağaralarda yaşamaya devam etmek yerine taştan ve topraktan yararlanarak evler yapmaya başlamıştır. Ve zamanla toprakla uğraştıkça madenlere ulaşmış, toprağın sadece yer üstünde değil, yer altında da işe yaradığını öğrenmiştir. Topraktan fışkıran suyun hayat kaynağı olduğunu, onsuz yaşanamayacağını insan yine zaman içinde deneyimleyerek öğrenmiştir.


Kısacası su, toprak ve ateş insanın boş olan beyninin içini doldurmaya başlayan ilk etkenlerdir. Öyle ki bu boş beyin bilgiyle doldukça dil ve yazı ortaya çıkmış, beynin kapasitesini aşan ve unutmaya açık bilgiler yazıyla arşivlenmeye başlanmıştır. Arşivlenen bu bilgiler zaman içinde matematik, fizik, kimya, geometri, felsefe, mantık gibi bilim dallarının ortaya çıkmasına yaramıştır. Tabi bu arada inanç konusunu da unutmamak gerekir, fizik kurallarını yadsıyan bir de metafizik görüş ortaya çıkmış, doğaüstü bir gücün varlığı-yokluğu tartışılmaya başlanmıştır. Yani yaratıcı bir güç, doğmamış ve ölmeyecek olan bir güç… Bu da faklı dinlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.


Tabii su ve toprağın hayati önemini fark eden ve zaman içinde toprağa iyiden iyiye yerleşen insanlar arasında belli bir dönem sonra gezegeni parselleme savaşı başlamıştır. Tanrının koruma gücü yerine insan daha çok toprağın koruma gücüne inanmıştır. Bunu hiçbir din kabul edip aleni bir şekilde ifade etmese de insanlık tarihini incelediğimizde gerçek budur, insan tanrıdan çok toprağa güvenmiş ve bağlanmıştır.
İnsanlar toprak için savaştıkça teknoloji de o oranda gelişmiştir. İhtiyaçlar insanı arayışa ve bilgi edinmeye itmiştir. Ok, mızrak gibi silah çeşitleri, barut, telsiz, telefon, telgraf, radyo, gemi gibi ihtiyaçlar savaşların insanlığa kazandırdığı ilk ürünlerdir. Ve bugünkü nükleer silahlar da tamamen elde edilen toprağı korumak refleksiyle ortaya çıkan keşiflerdir.


Ve insanlar ellerindeki silahlar sayesinde toprağa hâkim olmak için hiç acımadan birbirini öldürmüştür. Güçlü ordu kuranlar, güçleri bir yerde sert bir kayaya çarpana dek gezegendeki toprağı işgal etmeye devam etmiştir. Halen günümüzde varlığını sürdürenler olsa da imparatorluklar, krallıklar kurulmuş ve yıkılmıştır. Ve belli bir dönem sonra iki tane çok şiddetli dünya gezegenini paylaşma savaşı çıkmıştır. İnsanlar bu savaşlarda birbirlerine karşı atom bombası kullanmıştır.
Bugün de halen Ortadoğu’da, Afrika’nın bazı ülkelerinde ve Ukrayna’da yine toprağa ve suya hâkimiyet ekseninde savaşlar sürüyor. Son teknoloji silahlar kullanılıyor. İnsanlar hiç acımadan birbirini boğazlamaya devam ediyor. Farklı gerekçeler gösterseler de aslında toprak ve su için savaşanlar, birbirlerini yakarak videoları servis ettiler birkaç yıl önce.


Barış dönemi yaşıyor gibi görünen ülkeler, özellikle de Avrupa ülkeleri, ABD Başkanı Trump’ın açıklamalarıyla savaş hazırlıkları yapmaya başladılar.
Yani insan elleri başından beri hiç ara vermeden çatışmayı ve didişmeyi üretiyor. İnsan elleri gezegenin hiçbir bölgesinde, insanın nefes aldığı hiçbir noktada bugüne dek sonsuz bir barışı inşa edebilmiş değil.


Bundan sonra edebilir mi peki? Her bir şeyin yaratıcısı olan eller barışı örebilir mi gezegende? Bu mümkün mü? Çünkü ortada paylaşılması zor devasa bir toprak parçası, su ve diğer yaşamsal metalar var. İnsanın yaşamını iddia edildiği gibi idealler, dini argümanlar, hak, hukuk, adalet gibi kavramlar üzerinde inşa etmesi, savaşı dışlayıp barışı tercih etmesi mümkün mü peki? Çünkü her canlı organizma gibi insanın da yaşamsal araçlara ihtiyacı var. Bu ihtiyaçlar için talep etmesi, olmadığında çalması, o da olmadığında savaşması kaçınılmaz oldu şimdiye dek. Bundan sonra değişen bir şey olur mu peki?
Dünya gezegenindeki tüm bir nüfus toprak, su ve diğer yaşamsal ihtiyaçları kendi arasında eşit paylaşmadıkça, bu yaşamsal ihtiyaçları elde etmek için çırpınacaktır insan, bu da ilelebet huzursuzluk ve kavga demektir.


Yani ellerin barış örmesi için şiirler, şarkılar, pembe hikâyeler, romanlar, edebiyat, hatta tanrı korkusu bile çare olmadı bugüne dek. İslam inancını örnek verelim... Düşünsenize, cehennem ateşinde yanacağını bile bile Kur’an da yazılanlara göre hareket etmiyor, ibadet de yapıyor, camiye, hacca da gidiyor ama inancına aykırı her bir suçu da işliyor. İnsana suç işleten ellerin yarattığı ihtiyaçlar mıdır o zaman?
Eller sürekli ihtiyaç gibi görünen çıkarlar üretmiş bugüne dek. Çıkar ise hiç kuşku yok ki iştah kabartır her zaman. Peki, arada çıkar oldukça ellerin barış üretmesi mümkün mü?


Ne yapalım elleri, keselim mi? Yok, öyle yapmayalı, ama elleri barış yapmaya ikna edelim. Asgari düzeyde… Bazen fazlalıktan feragat edelim, paylaşmayı bilelim, gezegeni tapulu mal olarak algılamayalım, gezegende herkese yer var, boş, kullanılmayan, işlevsiz durumdaki toprağı birleştirin 200 devlet daha kurulur, o nedenle çakıl taşı için atom bombası kullanmayalım, ego yerine empatiyi öne alalım, belki barışa benzer bir şeyler üretmiş oluruz. Bunu yapamadığımızda o zaman savaşmaya, yakıp yıkmaya, tanrıya meydan okumaya devam… Daha ötesi de olmaz… Karamsar, kötümser bir bakış değil bu, maalesef gerçeğimiz.