Van, son yıllarda yalnızca ekonomik güçlüklerle değil; aynı zamanda derin bir sosyolojik ve psikolojik çözülme süreciyle karşı karşıya. Kentte artan bireysel silahlanma, aşiret merkezli güç gösterileri, düğün ve taziyelerin giderek birer “prestij sahnesine dönüşmesi; toplumsal dokuda tehlikeli çatlaklar yaratıyor.

Van, son yıllarda yalnızca ekonomik güçlüklerle değil; aynı zamanda derin bir sosyolojik ve psikolojik çözülme süreciyle karşı karşıya. Kentte artan bireysel silahlanma, aşiret merkezli güç gösterileri, düğün ve taziyelerin giderek birer “prestij sahnesine dönüşmesi; toplumsal dokuda tehlikeli çatlaklar yaratıyor.

Bireysel silahlanmanın artık bir savunma refleksinden uzaklaşıp bir kimlik ve güç gösterisine dönüşmesi, kentin toplumsal psikolojisindeki kırılganlaşmayı açık biçimde ortaya koyuyor. Sokakta taşınan silah, yalnızca bir güvenlik aracı olmaktan çıkıp, bir “ben buradayım” mesajına, bir statü sembolüne dönüştükçe toplumda zaten yüksek olan gerginlik daha da tırmanıyor. İnsanların kendilerini ifade etme biçimi, diyalog ya da hukuk yerine silahın gölgesine sığındığında, şehirdeki görünmez fay hatları daha da belirginleşiyor. Bu ise en küçük bir tartışmanın bile büyük bir çatışmaya evrilmesi için uygun bir zemin yaratıyor.

Tahammülsüzlük, sadece bireysel ilişkilerde değil, toplumsal yaşamın her alanında hissedilir durumda. Trafikteki gerilim, en basit anlaşmazlıkların bile şiddete evrilme ihtimali, kamusal alandaki güven duygusunu hızla aşındırıyor. Düğünlerde silah atılması artık “geleneğin yozlaşmış bir devamı” değil, toplumun geleceğine yönelik somut bir tehdit haline gelmiştir.

Aşiretlerin düğün ve taziyelerdeki kitlesel görünürlüğü elbette bir dayanışma göstergesi olarak değerlendirilebilir; ancak son dönemde bu görünürlüğün bir “güç gösterisine” dönüşmesi, toplumun geri kalanında ciddi bir tedirginlik yaratıyor. Özellikle gençler arasında artan öfke, rol model eksikliği ve sosyal stres; Van’ın geleceğini tehdit eden görünmez fakat giderek büyüyen bir basınca dönüşmüş durumda.

Bu tablo bize şunu söylüyor: Van, hızla güven, huzur ve ortak yaşam ilkelerini kaybetme riskiyle yüz yüze. Kent, kültürel birikiminin tam tersine; öfkeyi, korkuyu ve gösterişi merkeze alan bir toplumsal atmosfere sürükleniyor.

Kritik soru şudur: “Van, bu gidişle nasıl bir geleceğe uyanacak?”

Eğer toplumsal sağduyu, yerel yönetimlerin sorumluluk bilinci, kanaat önderlerinin etkisi ve aile içi eğitim mekanizmaları hızla devreye girmezse; bugün yalnızca düğünlerde ve taziyelerde gördüğümüz güç gösterileri, yarın çok daha büyük toplumsal çatışmaların zeminini oluşturabilir. Van kötüye gitmek zorunda değildir. Ancak iyiye dönmesi, gerçekleri süsleyip saklamadan; sorunun adını cesaretle koymak ve çözüm iradesi göstermekle mümkündür.

Bugün Van’ın karşı karşıya olduğu toplumsal, ekonomik ve yönetsel krizler; kişisel hesapların, aşiret rekabetlerinin ve kurumlar arası koordinasyonsuzluğun ürettiği yapısal bir tıkanma halini işaret ediyor. Bu tabloyu değiştirecek olan ise hamasi söylemler değil; bilimsel verilere dayalı politikalar, şeffaf yönetim anlayışı ve kent sakinlerinin ortak çıkarını önceleyen bir iradedir.

Van’ın ihtiyacı, günübirlik çözümler veya vitrin rusipilerinden ibaret değildir; kurumsal kapasitenin güçlendirildiği, toplumsal barışın tesis edildiği ve liyakatin esas alındığı kapsamlı bir dönüşüm stratejisidir. Gerçekleri açık yüreklilikle ifade etmek, acı olanı dahi toplumdan gizlememek ve çözüm üretmekten kaçınmamak; bu kenti içine sıkıştığı kısır döngüden çıkaracak tek yoldur.